Merhaba dostlar! Bugün sizlerle yazılım dünyasında sıkça tartışılan bir konuyu ele alacağım: Yazılımcı olmak için İngilizce bilmek gerçekten şart mı? Bu soruyu cevaplarken, kendi deneyimlerimden ve sektördeki gözlemlerimden yola çıkacağım. Hadi başlayalım!
Öncelikle şunu net bir şekilde söylemeliyim ki, Türkiye’de bir firmada çalışıyor olsanız ve hiç yabancılarla işbirliğiniz olmasa bile, bence artık İngilizce bilmek şart. Neden mi? Çünkü bir sonraki adıma geçebilmek için, yani kariyerinizde ilerleme kaydedebilmek için İngilizce artık olmazsa olmaz bir yetkinlik haline geldi.
Düşünsenize, günümüzde iş arama platformu olarak çoğunlukla LinkedIn kullanılıyor ve bu platformda ilanların neredeyse %95’i İngilizce. Hatta öyle ki, şirketler içeride hiç İngilizce konuşulmasa bile ilanlarını İngilizce yayınlıyorlar. Bu durumu başta çok eleştiriyordum ama artık anlıyorum ki bizim sektörün kaynağı sadece Türkiye değil. Dolayısıyla ana dili de Türkçe değil.
Peki neden böyle? Çünkü yazılım sektörünün dili İngilizce. Evet, son zamanlarda ChatGPT gibi yapay zeka araçları Türkçe arama yapabilme imkanı sunuyor ama bu henüz tam olgunlaşmış bir süreç değil. Geleneksel yöntemleri düşündüğümüzde, stackoverflow gibi platformlarda iyi kaynaklar hep İngilizce.
Bir yazılımcı işe alınırken, onun iyi Google kullanabilmesi de sorgulanıyor. Bu yüzden ilanı İngilizce yazıp, en azından pozisyonun detaylarını İngilizce anlamasını bekliyorlar. Böylece, iş arkadaşlarıyla veya paydaşlarıyla hiç İngilizce konuşmayacak olsa bile, o kişinin hayatına bir şekilde İngilizcenin gireceğinin bir göstergesi oluyor bu durum.
Şimdi burada şöyle bir ayrım yapmamız gerekiyor: Programlama yapmak için ihtiyaç duyulan İngilizce ile iletişim kurmak için gereken İngilizce farklı şeyler. Programlama dilleri genelde İngilizce kelimeler içeriyor, mesela “if”, “print” gibi. Bunlar artık teknik terimler haline gelmiş durumda. Hatta günlük konuşmalarımızda bile “Bir tane if bas oraya, geç” gibi cümleler kuruyoruz. Bu, programlama için gereken teknik İngilizce.
Ancak işin bir de iletişim boyutu var ve bu, programlama İngilizcesinden oldukça farklı. Programlama yapabilmek için gerekli olan İngilizce için gerçek anlamda İngilizce öğrenmeye gerek yok. Komutları bildiğiniz anda zaten işinizi yapabilirsiniz. Ama iş iletişime geldiğinde durum değişiyor.
İletişimi de ikiye ayırabiliriz: Kişilerle olan iletişim ve araştırma yapabilme yeteneği. Eğer şirket içindeki dil de İngilizceyse, insanlarla kuracağınız iletişimin İngilizce olması gerekiyor ve bu durumda İngilizceyi iyi bir şekilde konuşmanız şart.
Araştırma kısmına gelince, eskiden daha büyük bir problem vardı ama şu an biraz daha toparlanmış olabilir. Çünkü artık Türkçe kaynaklar da oldukça fazla. Ancak yine de İngilizce kaynaklara ulaşmak hala büyük avantaj sağlıyor. Mesela bundan 10 yıl önce, “PHP dilini MongoDB veritabanına nasıl bağlarım?” gibi bir soruyu Türkçe sorduğunuzda çıkan kaynakların kalitesiyle, İngilizce sorduğunuzda çıkan çözümlerin kalitesi arasında büyük fark vardı.
Ayrıca, yeni bir teknoloji veya versiyon çıktığında, İngilizce kaynaklarda hemen adapte olunuyor ve paylaşımlar yapılıyor. Ancak Türkçe kaynaklarda bu adaptasyon süreci daha uzun sürebiliyor. Bu yüzden, aradığınız şeyi İngilizce nasıl arayacağınızı bildiğinizde daha doğru ve güncel çözümlere ulaşabiliyorsunuz.
Bir de şu var: Muhtemelen yaşadığınız problemi sizden önce binlerce kişi yaşamıştır. İnternette arama yaptığınızda, benzer problemi yaşayan birinin yazdığı bir post ve altındaki yorumları bulabilirsiniz. Bu yorumlarda, o yolda ne gibi problemlerle karşılaşılabileceği de yazılıyor olabilir. Dolayısıyla siz de o süreci anlayabilmek için İngilizce bilmeniz gerekiyor.
Peki, bir yazılımcının İngilizce seviyesi ne olmalı? Bence en az B1 seviyesinde olmalı. Biliyorsunuz, dil seviyeleri A1, A2 (başlangıç), B1, B2 (orta), C1, C2 (ileri) şeklinde gidiyor. Bir yazılımcının C1 bilmesine gerek yok ama A1 ve A2 de yeterli değil. B1 seviyesi, temel iletişim kurabilecek ve mesleki İngilizceyi anlayabilecek bir seviye olduğu için ideal görünüyor.
Şimdi gelelim global iş imkanlarına. Türkiye’de teknoloji şirketi sayısı sınırlı, ama Amerika’da veya İngiltere’de sayısız teknoloji şirketi var. Bu coğrafyada, yani Balkanlar’dan Orta Avrupa’ya, oradan Asya’ya kadar olan bölgede teknoloji açısından çok gelişmiş bir yer yok. Bu yüzden radarlarınızı dışarı açmanız gerekiyor: Batı Avrupa, Amerika, Kanada gibi.
Bu noktada şöyle imkanlar ortaya çıkıyor: Yurt dışında bir şirkette çalışmak için yer değiştirme (relocation) yapabilirsiniz veya Türkiye’de kalıp uzaktan (remote) çalışarak dolar veya euro bazlı maaş alabilirsiniz. Ancak bunların hepsi için olmazsa olmaz bir şey var: İngilizce.
Türkiye’de şu anda özellikle senior anlamında yetişmiş personel bulmak çok zorlaştı. Genç nüfusun artması, teknolojinin hızlı ilerlemesi ve yeni neslin teknolojiye çok çabuk adapte olması nedeniyle, uzun yıllar tecrübeli personel bulmak zorlaşıyor. Popülasyonun çoğunluğu artık görece yıl bakımından deneyimsiz ama çok yetenekli gençlerden oluşuyor.
Bu durum, yurt dışındaki firmaların Türkiye’den yazılımcı aramasına neden oluyor. Ve bu firmaların beklentileri çok yüksek değil. Ortalama bir yazılımcı olarak, tabii ki temeli iyi olan bir yazılımcı olarak başvurduğunuzda, karşınıza çıkan en büyük engel İngilizce oluyor. Orada gerçekten hakkıyla İngilizce konuşmanız ve bir seviyede iletişim kurabiliyor olmanız gerekiyor.
Mesela, mülakatlarda canlı kod yazma seansları (live coding sessions) oluyor. 2 saat boyunca kapsamlı bir vaka veriyorlar, bunu anlamanız, soruları cevaplamanız ve canlı kod yazmanız gerekiyor. Üstelik bütün bunları İngilizce yapmanız bekleniyor. Gerçekten çok zor bir süreç.
Peki, İngilizce eğitim veren üniversitelere ne demeli? Türkiye’de şu an %100 İngilizce eğitim çok revaçta. Puanları da diğer bölümlere göre çok yükseldi. İnsanlar bu bölümleri daha çok tercih ediyor. Ancak burada hedeflenen şeye ne kadar yaklaşılıyor, orada bir soru işaretim var.
Derslerde konuşulan İngilizce, sektöre hazırlamak için yeterli mi? Burada şöyle bir problem var: İngilizce konuşulan bölümleri bir binaya koysalar, kantin dahil her yerde İngilizce konuşulsa çok daha iyi olur. Çünkü sınıf yeterli değil. Lisans öğrencisi zaten derse çok fazla katılım sağlamıyor, çok fazla konuşmuyor. Tek taraflı dinliyor, bu zor bir olay.
Aslında İngilizceyi öğrendiğiniz yer, iletişim kurduğunuz yer. İletişimi de koridorda, kantinde sağlıyorsunuz. Öğrenci gelip derste bir şeyleri İngilizce dinledikten sonra kantine gittiğinde arkadaşlarıyla Türkçe konuşuyorsa, orada hala bir şeyler çok daha yavaş ilerliyor gibi geliyor.
Ben dil öğrenmeyi, maruz kalarak öğrenebileceğinizi düşünüyorum. Dil dediğin şey, dile maruz kalırsan öğrenebileceğin bir şey. Türkiye’de İngilizce eğitimli dersleri biraz tiyatro kesmek gibi görüyorum. İkiniz de Türksün, ikiniz de Türkçe biliyorsunuz, ama ders İngilizce. Dersten hemen sonra Türkçeye dönüyorsa, bunun hiçbir anlamı yok.
Üstelik, İngilizce eğitimin negatif yönleri de var. Karşı taraf öğrencinin anlayıp anlamadığını bilemiyor. İletişim zaten kayıplı bir şey, iki kişiyi yan yana koy, en iyi bildikleri dilde konuşsun, bir kişiden diğer kişiye geçerken bilgi kayboluyor zaten. Sen bu araya bir filtre daha atıyorsun İngilizceye koyarak. Evet, bir amacın var ama o amaç bilginin daha az öğrenilmesine sebep oluyor.
Buradaki soru şu: Ben böyle bir kararı şuna rağmen almalı mıyım? Öğrenci daha az öğrensin ama İngilizce becerisi artsın mı, yoksa iyi şekilde öğrensin, İngilizceyi başka bir şekilde çözsün mü?
Özel sektörde de benzer durumlar yaşanıyor. Mesela toplantı oluyor, 10 kişi var, ikisi yabancı, sekizi Türk. Bazen bir kişi olup 30 kişilik toplantı oluyor. Herkes kendini anlatacak diye boğuşuyor. İlkokul bilgisinden tut üniversiteye kadar aradaki tüm sınavların bilgilerini kullanmaya çalışıyor. Dolayısıyla herkes bir boğulma halinde iletişim kurmaya çalışıyor ve toplantının bir noktasında alfa bir kişilik çıkıyor, “Sorry for Turkish, but we need to clarify this information” diyor, konuşulanları özet olarak 2 dakika Türkçe anlatıyor, sonra tekrar İngilizceye geçiliyor.
Türkiye’de İngilizce konusunda yaşanan zorlukların birçok sebebi var. Bu sadece eğitim seviyesinin düşük olmasından kaynaklanmıyor. Türkçenin yapısı ile ilgili sıkıntılar da var. Özne-yüklem sıralamasının İngilizcede tam tersi olması, bizim eklemeli dil olmamız, onların kelime kelime ifadelerini veriyor olması gibi faktörler var. Ayrıca, Türkiye’deki Akdeniz coğrafyasının duyguyu katma biçimi ile İngilizcedeki daha formal ve net iletişim biçimi arasındaki fark da öğrenme zorluğu yaşatıyor.
Sonuç olarak, İngilizce kaçılacak ve vazgeçilecek bir şey değil. Bu alandaysak öğrenmek zorundayız. Ancak bunu bir anda çok yoğun bir şekilde öğrenmeye çalışmak yerine, hayatın bir parçası haline getirmek daha iyi olabilir. Makaleleri İngilizce okumak, yabancı dizileri altyazısız izlemek gibi alışkanlıklar edinmek, zamanla İngilizce seviyenizi yükseltecektir.
Eğitimin herhangi bir noktasının mutlaka yararı olur, o ayrı bir konu. Her yönden saldırmak lazım bir noktada gelişim sağlamak için. Ancak, İngilizce eğitim veren üniversitelerin sektörün ihtiyaçlarını tam karşılayıp karşılamadığı konusunda ciddi soru işaretlerim var. Çünkü üniversite ile iş dünyası arasında yeterli bir köprü yok. Bu köprü olmadığı için üniversiteler iş dünyasının beklentilerini tam bilmiyor, iş dünyası da üniversitede verilen eğitimin karşılığı olan bir arz yaratmıyor.
Sonuç olarak, bir yazılımcı için İngilizce bilmek artık bir lüks değil, bir zorunluluk. Ancak bu İngilizceyi nasıl öğreneceğimiz ve nasıl kullanacağımız konusunda hala tartışılması ve geliştirilmesi gereken çok nokta var. Siz de kendi deneyimlerinizi ve düşüncelerinizi paylaşırsanız, bu konuyu daha da derinlemesine tartışabiliriz. Bir sonraki yazıda görüşmek üzere, hoşça kalın!
Leave a comment